Lalalar
Lalalar

YENi ALBÜM ŞEREFiNE

Lalalar’ın yeni albümü ‘En Kötü İyi Olur’ geçtiğimiz Eylül ayının başında dinleyiciyle buluştu.

Yazan:
Time Out İstanbul editörleri
Reklâm

Lalalar’ın yeni albümü ‘En Kötü İyi Olur’ geçtiğimiz Eylül ayının başında dinleyiciyle buluştu. Grupla yurt dışı turneleri dönüşünde bir araya geldik. 

Söyleşi: Hikmet Demirkol

Eminim önceden defalarca anlattınız ama benim için bir kere daha tekrarlamanızı isteyeceğim. Lalalar’ın ortaya çıkışının ve isminizin hikayesi nedir?

Ali Güçlü Şimşek: Aslında ismin anlamı Osmanlı dönemine kadar uzanıyor. Malumunuz şehzadeleri eğiten kişilere ve dönemin bilgelerine ‘lala’ deniyor. Günümüzde daha çok argo anlamıyla kullanılan lala, alık ya da şapşal manasına geliyor. Aynı kelimenin iki zıt anlamı içinde barındırmasını kendimize bayağı benzetiyorum aslına bakarsan.

Bir araya gelme hikayesine gelirsek, Barlas’la 20 seneye varan bir dostluğumuz var. Bununla beraber müziğin hem üretim hem performans tarafında çok uzun seneler paslaşıp, türlü gollere imza attık. Kendi eksenimden anlatmam gerekirse Bubituzak sonrasında içimde birikmiş çok net fikirler vardı. Yapmak istediğim müziğin detaylarından nasıl bir grupla var olmak isteğime kadar yüzlerce parametre söz konusuydu. Uzun bir Ar-Ge sürecinden sonra bir gün beraberken baklayı çıkardım. Barlas da çoğu zaman olduğu gibi gözü kapalı bir şekilde ve maksimumunu vererek kucakladı bu fikri. Zaten hep birbirini iyi tamamlayan arkadaşlardık ama hayatlarımızın olgunluk dönemindeki bu buluşma önceki bütün deneyimlerden başka bir biçimde sarıp sarmaladı dünyamızı.

Barlas Tan Özemek: Çok güzel anlattın, aynen böyle gelişti olaylar. Bir süre sonra bir gün Bozcaada’da bir festivalde Kaan Düzarat ile karşılaştık. Çok keyifli bir geceydi. Laf lafı açtı, ben de Ali ile böyle elektronik bazlı bir işe giriştik diye anlatmaya başladım. Sohbetin devamında Kaan aramıza katılmak istediğini söyledi ve Ali’yle yaptığım bir telefon konuşması sonrasında bu ateşi beraber yakarken bulduk kendimizi. Güzel de zamanlar geçirdik.

Bir röportajınızda söylediğiniz bir şey çok hoşuma gitti: Hepinizin üç puan olduğunu, bir araya geldiğinizde ise 10 puan ettiğinizi belirtmişsiniz. Grup sinerjisini daha iyi anlatan bir ifade olamaz! Buradan yola çıkarak Lalalar’daki grup hissini, bu işin zorluklarını ve dinamiklerini nasıl anlatırsınız?

AGŞ: Kesinlikle öyle! Aslen bu yaklaşım takip ettiğim spor dallarında gözlemlediğim bir şeydi. Her oyuncun güncel bir yetenek seviyesi ve olası bir potansiyeli vardır. Bazense belirli doğrular bir araya gelip o ahengi yakaladığında, takımın toplam puanı, oyuncuların bireysel puanlarının toplamından daha fazla eder. Bazen bazı taşların yerine oturması zaman alsa da bizim arkadaşlığımızda da müzikal serüvenimizde de bu üst kimliğin çok hızlı yeşerdiğini söyleyebilirim.

BTÖ: Power Rangers gibi de düşünebilirsin bizi. Bir araya gelince kocaman bir makinaya dönüşüyorlardı ya… Aynı oradaki gibi her birimizin ayrı meziyetleri var, birleşince çok daha güçlüyüz.

2019’da ilk konserinizi verdiniz, 2022’de ilk albümünüzü piyasaya sürdünüz. Türkiye’de ve yurt dışında sayısız konser verdiniz. Lalalar’ın bu başarılı ivmesinin sizde bıraktığı izleri merak ediyorum.

AGŞ: Dürüst olmam gerekirse ben yaptığımız hemen her şeyden bayağı gurur duyuyorum ve henüz bu yolculuğun başlarında olduğumuzu hissediyorum. Bazen koşturmaktan dönüp fark etmesi zor oluyor ama İstanbul’dan çıkıp Türkçe sözlerle bazı deliklere girmek ve kabul görmek tarihteki birkaç örnek dışında pek rastlanan bir şey değil. Bu birkaç örneğin iki tanesinde (diğeri Gaye Su Akyol) yer almaksa bana kendimi ayrıca şanslı hissettiriyor. Yılda ortalama 100 konser (ki bunların %90’ı yurt dışı) bayağı iyi bir sayı ve bence hayatta hiçbir şey rastgele olmuyor. Bizler çocukluktan beri müzikle var olmak isteyen ve bu yoldaki bedelleri ödemekten keyif alan tipleriz. Sadece performans değil, bir de işin mutfağında, hatta tarlasındayız. Ek, sula, topla, ayıkla, pişir, servis et… Valla her masada varız. Ha bu bizi ayrıcalıklı mı yapıyor, sanmıyorum. Bizim gibi pek çok insan bu yolun yolcusu ama gel gör ki hayat herkese başka bir adisyon bırakıyor.

BTÖ: Hayatı bir deniz gibi düşünürsek, dalganın ne zaman nereden geleceğini bilemezsin. Müziği de bir sörf tahtası gibi düşün ve biz üzerindeyiz. Nereden fırtına gelir, dalga nasıl olur derken, bu sörf tahtası üstünde nasıl dengede kalacağımızı çok iyi biliyoruz. Şimdi Alican da (Mehmet Alican İpek) bizimle o sörf tahtasının üzerinde.

İkinci albümünüz ‘En Kötü İyi olur’un hazırlık süreci nasıldı?

BTÖ: Hepimiz boş vakitlerimizde nasıl kitap okuyup, müzik dinliyorsak bir şekilde cephaneliklerimizi de dolduruyoruz. Yani fikirleri cephaneliklere atmak bizim rutinlerimizden birisidir. Ali’de her zaman bir sürü fikir vardır, bende de bir şeyler vardır genellikle. “Hadi bakalım!” dediğimizde Ar-Ge süreci başlar. Stüdyoya girdikten sonra da altı-yedi ay içinde yeni şarkılarımızı finalize ettik diyebilirim.

AGŞ: Biz ilk albümü (Bi Cinnete Bakar) yaklaşık üç-dört senenin ürünlerini aynı paketin içine yerleştirerek derledik. Hatta eskiden gelen besteleri de hesaba katarsak altı-yedi senenin birikimi diyebiliriz. Teklilerle başlayan süreçte bir şekilde şansımız yaver gitti ve üçüncü ya da dördüncü şarkımızın yayınlanmasının ardından Avrupa’da turlamaya başladık. Neredeyse albüm çıkana kadar teker teker hazırlayıp biriktirmeye devam ettik parçaları. Yeni albümse (En Kötü İyi Olur) ilkine nazaran çok daha kompakt bir zamanın ruhunu, bulunduğumuz anda yakalayıp yansıttığımız bir şey. Bence aralarındaki en temel fark bu. Şu an geriye dönüp bakınca bunu ne zaman ve nasıl yaptık pek anlamlandıramıyorum. Sürekli yolda olunca bunun getirileri olduğu gibi götürüleri de oluyor sanırım.

İlk albümden sonra bu albümde size farklı gelen nedir?

AGŞ: Bu albüme girmeden önce aklımızdaki en önemli notlar şunlardı: İki ayrı şey yapmak, müziğimizi ve sound’umuzu iki ayrı uca doğru esnetmek istiyorduk.  Birincisi her ne yapıyorsak daha da deneysel olması, ikincisi ise her ne kadar deneysel yolda ilerliyorsak ilerleyelim daha dinlenebilir yapıda olmasıydı. Yüz küsur konserin cebimizde bıraktıkları, dönemin politik atmosferi, sosyokültürel değişimler, sokaklardaki gerçeğin bıraktığı tortular, yeni bir grubun olgunlaşma süreci ve bu sürecin içindeki bireysel olgunlaşma adımlarımız diyebilirim. Zaten olağan bir şekilde her gün daha iyi bir versiyonumuza evrilmeye gayret eden tipleriz.

BTÖ: Kendimizi yenilemeye ve eleştirmeye gerçekten çok açığız. Böyle olunca yeni şeyler keşfetmek kolaylaşıyor doğal olarak.

İkinci albümünüz ‘En Kötü İyi Olur’un lansmanını Cenevre’de yaptınız. Sonra da yurt dışı turnenize devam ettiniz. Albümü yurt dışında bir konser serisiyle tanıtmanın nasıl bir yansıması oldu size?

AGŞ: Çok farklı bir karşılığı yok aslında. Neden dersen iki temel sebebi var. Birincisi Avrupa’daki ortak plak şirketimizin merkezi Cenevre’de ve ikincisi biz mütemadiyen yollardayız. Albüm çıktığında İngiltere turundaydık; inan oturup kutlayamadık bile. Lansmanı da öyle denk gelmiş oldu. Gönül Türkiye’de de bir kutlama konseri yapmak isterdi ama son turneden önce 25 yıllık diz sakatlığımın nüksetmesi sonucu turneyi durdurmayı ve yılın son üç ayını ameliyat ve rehabilitasyon sürecine ayırmayı uygun bulduk. Biraz gecikmeli de olsa yeni yılda albümün çıkışına özel bir konser organize edeceğimizi düşünüyorum.

Bu albümün kapağında Gaye Su Akyol’un imzasını görüyoruz, detaylarını sizden dinlemek isterim.

AGŞ: Önceki sorularda belirttiğim gibi bizim asıl olayımız stüdyo kısmında. Sound, fikir, üretim konuları kendimizi rahat hissettiğimiz ve uçuşabildiğimiz alanlar. Görsel faslı gelince bizde bir kal gelme hali oluyor (gülüyor). Neyse bu sene bunu kırmaya ant içtik bakalım. Sağ olsun, her zaman yanımızda olduğu gibi bu konuda da kapısını çaldığımızda GSA bizi geri çevirmedi ve hızlı çözümlerle olaya el attı. Bu bahaneyle kendisine tekrar teşekkürü borç biliriz.

BTÖ: Bora da (Bora Genel) ne zaman icap etse yardımımıza koşar. Gaye’den gelen fikirleri kapağa uyarlamada ve diğer pek çok detayda bize çok yardım etti. Genelde de hep son anda kapısını çalarız ve bizi hiç kırmaz (gülüyorlar).

Lalalar olarak hangi şarkılarınız sizin için diğerlerinden daha farklı?

BTÖ: Stüdyo sürecinde şarkılar bir başka oluyor, yayınlandıktan sonra bir başka... Bu ara açıp albümü kendi kendime dinliyorum, çok hoşuma gidiyor. Şu sıralar favorim ikinci albümden ‘Grejuva’. Beş sekizlik bir şarkıyı Lalalar’ın ele almasını çok seviyorum, bu fikri çok parlak buluyorum (gülüyor). Dediğim gibi, favorim şu ara bu, sonra değişebilir.

AGŞ: Forvetlerin birini Barlas’a kaptırdık, ben de ilk ‘Grejuva’ diyecektim. Çok doğru söyledi Barlas. Süreç çok ani değişiyor, stüdyoda bir şarkıyı yüzlerce kez dinliyorsun, yayınlandıktan sonra hissi bir başka oluyor. ‘Aynı Bokun Mavisi’ni çok seviyorum, böyle şeker gibi bir şey. Marketten çıkarken “Dur şundan da bir tane alayım,” deyip alır, yolda eve giderken ağzına atarsın ya, öyle bir his. ‘Yarın Yokmuş Gibi’ de bende özel bir yerde duruyor, ‘Yaşamaya Bahane Ver’ de keza öyle. ‘Serüven’ de bu listeye girer. Zorlandım seçmekte (gülüyor).

Peki Lalalar’ın unutamadığı bir anı var mı?

BTÖ: Anıları birbirinden ayırmak çok zor. Bir turneye gidiyorsun, arka arkaya konserler veriyorsun. Hangisi neredeydi, orda o mu oldu, yoksa öbür şehirde mi olmuştu, pek o arada anlamıyorsun. Sonrasında flashback’ler geliveriyor.

AGŞ: Benim bir anım var! Tekrar böyle bir soru gelirse ne diyeceğimi biliyorum artık diye not almıştım. İlk Paris konserimizde zehirlenmiştim. Soundcheck’i yaptık, yemek yedik, keyifler yerinde. Sonra otele yürüdüm biraz dinlenmek için. O sırada ne oldu anlamadım, midem çok fena bozulmuş. Alttan üstten, müthiş bir tazyikle 10 dakikada bir vücudumdan sarılı yeşilli sıvılar… Sonra hangi akla hizmet bilmiyorum ama canhıraş mekana gidildi. Yani hep bir şekilde yırtarız gibi bir bilinç var yıllar içinde oluşmuş. Ne biliyim, o sahneye çıkınca bir güç gelir ve o günü kotarırsın (gülüyor).

BTÖ: Kotarmadı (gülüyor).

AGŞ: Konser vakti geldi, hâlâ bir inançla “Tamam, siz introya girin, ben geliyorum,” dedim ama nerede. Sonrasında çocuklar sahnede iki kişi şarkıları çalmış, söylemiş. Nasıl bir kültürel psikolojiyle o konser verildi, düşündükçe yurdum sızlıyor. İşin kötüsü, henüz izlememiş olsak da o günün kayıtları var.

Lalalar’ın İstanbul’daki ‘en’leri neler?

AGŞ: Benim favori restoranım Aida. Restorana girdiğin anda Kadıköy’den hoş bir Avrupa şehrinde akşam yemeğine gitmişsin hissi verir ve beni zaman ve mekandan uzaklaştırır. İki ayda bir uğrarız. Her gittiğimde ekipteki herkesin işini severek yapıyor olduğunu gözlemlemek de beni insanlık namına mutlu eder.

BTÖ: Uskumruköy meskenimizdir. Stüdyomuz orada, üretimlerimizi orada yapıyoruz. Burada Mehmet Kasap bizim için özel bir dükkandır. Alışverişimizi yapıp evde yemeğimizi yaparız, bu hazırlık hali ve oradaki keyif bizim için bambaşkadır.

Son olarak yakın gelecek için Lalalar’ın mutfağında neler var diyerek son sözü size bırakıyorum.

AGŞ: Çok büyük bir ihtimalle benim ameliyat ve rehabilitasyon işleri yüzünden yeni yılın ilk ayına kadar canlı performansımız olmayacak. Bu bizim hayatımız için çok büyük değişiklik aslında, çok uzun zamandır böyle bir ara vermedik. Bence yeniden ayaklanıp depoları iyice doldurduktan sonra üretime döner ve üçüncü albümün temellerini atarız. Bunun dışında yurt içi ve yurt dışından birkaç tane iş birliği niyetimiz var; bakalım onlar için de heyecanlıyız.

BTÖ: Bugüne kadar kafa yoramadığımız Lalalar’ın görsel dünyasını zenginleştirme, bazı şarkılara videolar çekme niyetindeyiz. Bu konularda bazı adımları attık bile, bu dönemi üretimle geçireceğiz diyebilirim.

lalalar.net

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm